Kan Uyuşmazlığı

Vücudumuzdaki savunma sistemi, dışarıdan gelen yabancı maddeleri yok edip uzaklaştırmaya çalışır. Yabancı maddeye antijen, bunu parçalamak üzere üretilen savunma hücrelerine antikor adı verilir. Örneğin doku uyuşmazlığı olan iki insan arasında organ nakli yapılmaz, çünkü organ reddedilecektir. Dokular gibi kanımızda da çeşitli antijenler vardır. Bunların en iyi bilinenleri ABO ve Rh sistemidir.  A ve B antijenleri kan gruplarını belirleyen iki önemli yapıtaşıdır. Bir insan yalnız A antijeni taşıyorsa kan grubu A, yalnız B antijeni taşıyorsa kan grubu B, hem A hem B antijeni taşıyorsa kan grubu AB, hiçbirini taşımıyorsa kan grubu 0’dır. Diğer önemli yapıtaşı Rh antijenidir. Bu antijeni taşıyorsa Rh(+), yoksa Rh(-) kanı vardır. Tıpkı organ nakillerindeki gibi, bir insana kendisinde olmayan antijenleri içeren kan verilirse, antikor oluşturup verilen kan hücrelerini parçalayacak, ölümcül reaksiyonlar gelişecektir. Aynı durum anne ve karnındaki bebek (fetus) için de geçerlidir. Fetusdan anneye geçen kanda annede olmayan antijenler varsa, annenin savunma sistemi hareketlenir. Hastalığa neden olan 40’dan fazla antijen türü vardır. En sık rastlananlardan olan A ve B antijenleri ciddi sonuçlara yol açmadığından önemsenmez ancak Rh uygunsuzluğu gerekli önlemler alınmadığında fetus sağlığını ciddi şekilde tehdit eder.  Annenin kan grubu Rh(-) iken babanın kan grubu Rh(+) ise bebeğin Rh pozitif olma olasılığı vardır.  Normalde plasenta yani bebeğin eşi anne ve bebek kanı arasında bir bariyer görevi yapar. Böylece bebeğe ait Rh antijenleri anneye geçip antikor yani savunma hücreleri yapımını uyarmazlar. Bu tanışma en çok doğum esnasında plasenta (Bebeğin eşi) ayrılırken gerçekleşir. Ancak daha önce olması da mümkündür. Gebelik esnasındaki düşük tehdidi, plasentanın erken ayrılması (Ablatio), plasentanın önde olup kanaması (Previa), amniyosentez-kordosentez gibi girişimler erken tanışmaya yol açabilir. Gene de ilk gebelikteki tanışmalar ciddi sonuçlara yol açmaz. Ancak ikinci gebelikte yine Rh(+) bir fetus varsa, annenin savunma hücreleri ilk tanışmadan dolayı tam donanımlı hazır olduklarından bebeğin kanına geçip, onun kan hücrelerini parçalamaya başlar. Anne karnındaki bebekte kansızlık, tablo ilerledikçe kalp yetmezliği, ödem gelişir. Yıkılan kan hücrelerinin ortaya çıkardığı sarılık daha doğrusu bilirübin beyinde hasar oluşturur. Tedavi edilmeyen bebekler genellikle kaybedilir. Neyse ki her doğum takibinde alınacak basit önlemlerle bütün bunların engellenmesi mümkündür. Bu amaçla yapılan rutin uygulama, gebeliğin 28. haftasında ve doğumdan sonra mümkün olduğunca erken olmak kaydı ile ilk 72 saatte,  Anti-D globülin içeren koruyucu iğne yapmaktır. Anti-D globülin annenin üreteceği savunma hücreleridir. Bunlar bebekten anneye geçen antijenleri parçalar ve annenin savunma sistemi harekete geçmemiş olur (Aslında iğnenin, doğum sonrasındaki 28 güne kadar etkili olabildiği gösterilmiştir. İlk 72 saatte atlanan vakalara bu süre içinde yapmanın faydası olabilir). Anti-D globülin içeren iğnenin standart dozu 300 mikrogramdır. Yaygın olarak kullanılan şekli kas içine yapılır. Son zamanlarda Kanada’da damardan yapılan türü de üretilmiştir. Pıhtılaşma sorunu olan hastalarda tercih edilebilir. Soğuğa ve ışığa duyarlı iğnelerdir. Bu nedenle buz kabında taşınırlar Gebelik esnasında rutin koruyucu iğne 28. haftada yapılır. İğneyi yapmadan önce bir etkilenme olup olmadığı indirek coombs testi ile kontrol edilir. Test anne kanında yapılır. Bebekteki antijene karşı antikor yani savunma hücresi oluşup oluşmadığını gösterir. Test pozitif çıkarsa artık iğne yapmaya gerek yoktur,  çünkü bebekten anneye antijenler geçip annenin savunma hücrelerini harekete geçirmiş yani geç kalınmış demektir. Bu durumda fetusun dikkatle izlenmesi gerekir. 28. haftadan önce şu durumlar gelişirse koruyucu iğne beklenmeden yapılmalıdır:  Düşük tehdidi, plasenta previa ve ablatioya bağlı kanamalar, kordosentez-amniyosentez gibi girişimler.  Doğumdan sonra koruyucu iğne tekrar edilir ama önce direk coombs testi yapılır. Bu test bebek kanında anneden geçen antikorların varlığını araştırır. Varsa iğne yapmaya gerek yoktur yani tanışıklık gerçekleşmiş demektir. Bu durumda bir sonraki gebelikte fetus Rh(+) kan grubundan olursa hastalık tablosu ortaya çıkabilir.  Doğum, gebelikte yapılan iğneden sonra 3 hafta içinde gerçekleşirse iğne tekrar edilmeyebilir. Bebekten anneye çok fazla kanamanın olduğu durumlarda tekrar etmek gerekir. Gebelik esnasında hastalığın geliştiği düşünüldüğünde, fetusdaki kansızlığın düzeyini anlamak için umblikal kordondan kan alınarak hemotokrit değeri ölçülür. %30’un altındaki değerlerde fetusa kan verilir. Verilecek kan miktarı fetusun ultrasonla ölçülen tahmini ağırlığına dayanarak hesaplanır. İntrauterin transfüzyon adı verilen bu işlemi 1-3 hafta aralıklarla tekrar etmek gerekir. Gebelik 35. haftaya ulaştığında fetusa hala kan vermek gerekiyorsa, doğumu başlatmak tercih edilir. Anne karnında tedavi edilen fetusların ortalama %85’i canlı olarak doğar. İlk tanı esnasında hidropik yani ödem gelişmiş olan fetusların canlı kalabilme oranı daha düşüktür. Rahim içinde iken kan verilen bebeklere doğduktan sonra da kan verilmesi gerekebilir. Çünkü kan üretimi yapan kemik iliği yeterince çalışamaz. Hematokrit denilen basit kan testi ile haftalık olarak takip edilir. Bugüne kadar biriken verilere göre, anne karnında kan verilen bebeklerin doğduktan sonraki gelişimleri normal devam etmektedir. Kan uyuşmazlığının anne için fiziksel bir zararı yoktur.

Geri